Dar popülasyon
Darwin, Charles Robert
Darwinizm ve Irkçılık
Gould, Darwinistlerin bazı ırkları aşağı bir tür olarak göstermek için giriştikleri akıl almaz iddiaları da şöyle açıklar:
Darwin, Erasmus
Charles Darwin'in büyükbabası Erasmus Darwin, bugün "evrim teorisi" dediğimiz düşüncenin ilk temel önermelerini ortaya koyan kişilerden biriydi. Erasmus Darwin'e göre canlılar ayrı türler olarak yaratılmamışlardı. Aksine hepsi tek bir atadan geliyorlardı; ihtiyaçlarına göre biçimleniyor, değişikliğe uğruyor ve çeşitleniyorlardı. Bu fikirler daha sonra Charles Darwin tarafından ele alındı ve detaylandırıldı. Canlıların tesadüfler sonucu birbirlerinden türediklerini öne süren teori, Darwin'in Origin of Species (Türlerin Kökeni) adlı kitabında evrim teorisi olarak tarihteki yerini aldı.Charles Darwin uzun bir din eğitimi görmüştü, ama Beagle adlı gemiyle yolculuğuna çıkmadan bir yıl önce de, Hıristiyan inancının bazı temellerinden kesin olarak vazgeçmişti. Çünkü o sıralar özellikle biyolojiye merak sarmıştı ve karşılaştığı "paradigma", dini inançlarla hiçbir biçimde uyuşmuyordu. Genç Charles Darwin'i din-dışı ve hatta din-karşıtı yapan en önemli etken, büyükbabası Erasmus Darwin'di.112Erasmus Darwin, aslında "evrim" fikrini İngiltere'de ortaya atan ilk kişiydi. Fizikçi, psikolog ve şair sıfatlarını üzerinde taşıyordu ve oldukça da "sözü dinlenir" bir insandı. Hatta bibliyografyasını yazan Desmon King-Hele'ye göre, "onsekizinci yüzyılın en büyük İngilizi"ydi.113Erasmus Darwin'in en önemli özelliğiyse, İngiltere'nin en önde gelen birkaç "natüralist"inden biri olmasıydı. (Natüralizm, evrenin varlığının özünün doğada olduğuna inanan, bir Yaratıcının varlığını kabul etmeyen ve bizzat doğayı Yaratıcı sayan düşünce akımıdır.) Erasmus Darwin'in natüralist çalışmaları, Charles Darwin'e hem ideolojik hem de örgütsel olarak yön vermişti. Bir yandan kurduğu sekiz dönümlük botanik bahçede yaptığı araştırmalarla Darwinizm'e temel teşkil edecek argümanları geliştirmiş ve bunları The Temple of Nature (Doğa Tapınağı) ve Zoonomia adlı kitaplarında toplamış, öte yandan da 1784 yılında, bu fikirlerin yayılmasına öncülük edecek bir dernek kurmuştu: Philosophical Society. Nitekim gerçekten de Philosophical Society, onyıllar sonra Charles Darwin tarafından ortaya atılan kuramın en büyük ve ateşli destekçilerinden biri olacaktı.114Kısacası, Charles Darwin'in gördüğü teoloji öğrenimine rağmen hızla dini inançlarını yitirerek materyalist-natüralist felsefeyi benimsemesinde ve sonra da bu felsefe adına büyük bir misyon yüklenerek Türlerin Kökeni adlı kitabını yayınlamasındaki en önemli etken, Erasmus Darwin'di.
Davranışların kökeni
(Sağda:Kuru yaprağa benzeyen bir kelebek )
Allah her canlıyı kendine has özelliklerle ve davranış şekilleriyle yaratmaktadır. Örneğin bir kelebeğin hayatta kalabilmek için kendini daha iyi kamufle edebileceği kuru bir yaprak görünümüne sahip olmayı kendi kendine düşünüp, bunu vücudunda bir değişikliğe dönüştürmesi mümkün değildir. Ya da bir kunduzun akarsu yatağında suyun akışını kesebileceği ileri derecede mühendislik hesapları gerektiren bir baraj inşa edebilmesi ve ilk doğduğu andan itibaren bunu yapabilmesi kuşkusuz öğrenme ile ya da doğal seleksiyon gibi bilinçsiz mekanizmalarla açıklanabilecek bir durum değildir. Evrimciler, bazen de ortaya şöyle bir iddia atarlar: "Hayvanlar tecrübe yoluyla bazı davranışları öğrenirler ve bu davranışların iyi olanları doğal seleksiyon tarafından seçilir. Daha sonra bu iyi olan davranışlar kalıtım yoluyla bir sonraki nesle aktarılır."Fakat canlıların bu davranış şekillerine sahip olmadıklarında hayatlarını sürdürebilmeleri mümkün değildir; dolayısıyla bunları zaman içinde öğrenebilecekleri vakitleri de yoktur. Canlı bu davranışlara doğduğu andan itibaren sahip olmalıdır. Dolayısıyla bu davranışların seçilmesi gibi bir iddia ise en baştan çelişkilidir. Çünkü evrimcilerin kabullerinde bu seçimi yapabilecek bilinç sahibi bir varlık yoktur. Canlılar, yaratıldıkları ilk andan itibaren kendilerini koruyabilecekleri birtakım özellik ve davranış biçimlerine sahip olarak doğarlar.
Dawkins, Richard
İncelediğimiz türden "şanslı" bir olay o kadar korkunç derecede ihtimal dışı olacaktır ki, evrenin herhangi bir yerinde gerçekleşebilme ihtimali, her yıl milyar kere milyar kere milyarda bir kadar az olacaktır. Eğer bu yalnızca, evrenin herhangi bir yerindeki tek bir gezegende gerçekleştiyse, bu gezegenin bizim gezegenimiz olması gerekmektedir, çünkü biz burada bu konuda konuşmaktayız.115
Evrimin en ünlü otoritelerinden birinin bu yaklaşımı, teorinin üzerine kurulu olduğu mantık bozukluğunu çok açık bir biçimde yansıtmaktadır. Dawkins'in Climbing Mount Improbable (İmkansızlık Dağını Tırmanmak) adlı kitabında yer verdiği yukarıdaki ifadeleri, evrimcilerin klasik, "biz buradaysak demek ki evrim de gerçekleşmiştir" şeklindeki, hiçbir açıklama içermeyen kısır döngü mantığının çarpıcı bir örneğidir
Dawson, Charles
Fakat 1949-1953 yılları arasında yapılan kronolojik araştırmalar sonucunda, kafatasının 500 yıl yaşında bir insana, çene kemiğininse yeni ölmüş bir orangutana ait olduğu anlaşıldı. Ayrıca dişler, insana ait olduğu izlenimini vermek için sonradan özel olarak eklenmiş ve sıralanmış, eklem yerleri de törpülenmişti. Daha sonra da bütün parçalar, eski görünmeleri için potasyum-dikromat ile lekelendirilmişti. Piltdown Adamı, böylece bilim tarihinin en büyük skandalı olarak tarihe geçmiş oldu.
DDT bağışıklığı
Evrimci biyolog Francisco Ayala, "böcek zehirlerinin en kapsamlı türlerine karşı gösterilen bağışıklık, bu insan-yapımı maddeler böceklere uygulandığında, o böcek türünün çeşitli genetik varyasyonlarında açıkça vardı" diyerek bu gerçeği kabul eder.116
Gerçekte evrimci kaynaklar bu konuda açık bir yanıltmaca sergilemektedirler. Özellikle de bu konuyu bazı popüler bilim dergilerinde zaman zaman gündeme getirerek, evrimin çok büyük bir kanıtı gibi sunmaktadırlar. Oysa böceklerdeki DDT bağışıklığının evrime delil sağladığı iddiasının hiçbir bilimsel temeli yoktur.
Deniz memelilerinin kökeni
Deniz Memelilerinin Özgün Yapıları:
Deniz memelilerinin sahip oldukları tüm bu şaşırtıcı özelliklerin, evrim teorisinin yegane iki mekanizması, yani mutasyon ve doğal seleksiyon kanalıyla oluşmuş olma ihtimali ise kesinlikle yoktur. Balıkların sularda "tesadüfen" oluştuklarını, sonra yine tesadüfler yardımıyla karaya çıkıp sürüngen ve memelilere evrimleştiklerini, sonra da bu memelilerin yeniden suya dönerek suda yaşam için gerekli olan özellikleri yine tesadüfen kazandıklarını öne sürenler, bu aşamaların hiçbirini açıklayamamaktadırlar.
Bu memelilerin kökeni çok eskiye dayanıyor olmalıdır, çünkü fosil kayıtlarında balinalar ile ataları sayılan Cretaceous devri plasentalıları arasında hiçbir ara form yoktur. Aynı yarasalar gibi balinalar da erken Tertiriyen döneminde aniden ortaya çıkarlar ve son derece özelleşmiş yaşam biçimleri için gerekli her türlü adaptasyona sahiptirler. Aslında balinalar diğer memelilerle olan ilişkileri yönünden yarasalardan bile daha izole durumdadırlar; tamamen ayrı ve kendi başlarına durmaktadırlar.119
Deniz sürüngenlerinin kökeni
Deniz memelilerinin pek çok yönden en özelleşmiş türü olan Ichthyosaur, erken Triasik devirde ortaya çıkmıştır. Sürüngenlerin jeoloji tarihine girişleri son derece ani ve dramatik bir şekilde olmuştur; Triasik öncesi devirlere ait fosil yataklarında, Ichthyosaurların muhtemel atalarına ait hiçbir iz yoktur... Ichthyosaur ilişkileri hakkındaki en temel sorun, bu sürüngenleri bilinen başka herhangi bir sürüngen takımına bağlayabilecek hiçbir sonuca götürücü delilin bulunamayışıdır.120
Bir başka omurgalı tarihi uzmanı Alfred Romer ise şöyle yazmaktadır:
(Ichthyosaur hakkında) hiçbir ilkel form bilinmemektedir. Ichthyosaur yapısının kendine özgü özellikleri, gelişmek için çok uzun bir zaman dilimi gerektirmektedir ve dolayısıyla bu canlıların çok eski bir kökene sahip olmalarını gerektirir. Ama bu canlıların atası olarak kabul edilebilecek hiçbir Permiyen devri sürüngeni bilinmemektedir.121
Kısacası sürüngenler sınıflaması içinde yer alan farklı canlılar, aralarında evrimsel bir ilişki olmadan yeryüzünde ortaya çıkmıştır. Bu durum ise, tüm canlıların yaratılmış olduklarının çok açık bir bilimsel kanıtını oluşturmaktadır.
Denton, Michael
Devonian Dönemi bitki fosilleri (408-306 milyon yıllık)
Bitkilerin sahip oldukları tüm yapılar, tıpkı kütikül gibi, bitki için son derece hayati öneme sahiptir. Bir bitkinin yaşayabilmesi ve çoğalabilmesi için tıpkı bugünkü gibi kusursuz işleyen sistemlerin hepsine sahip olması gerekir. Dolayısıyla bu yapılar kademe kademe gelişemezler. Bulunmuş olan tüm bitki fosilleri de bitkilerin yeryüzünde ilk ortaya çıktıklarından bu yana, aynı kusursuz yapılara sahip olduklarını doğrulamaktadır.
Dik yürümenin kökeni
İnsanın hayali soyağacına göre yapılan birtakım sınıflandırmalarda Australopithecus ve Homo habilis sınıflamalarına dahil edilen maymunların dik yürüdükleri iddia edilmiştir. Fakat bu iddiaların geçersizliği, birçok bilim adamı tarafından fosillerin iskelet yapısı üzerinde yapılan araştırmalarla ortaya konmuştur.
Söz konusu "dik yürüme" iddiası, Richard Leakey, Donald Johanson gibi evrimci paleoantropologların on yıllardır savundukları bir görüştür. İngiltere ve ABD'den dünyaca ünlü iki anatomist Lord Solly Zuckerman ve Prof. Charles Oxnard'ın Australopithecus örnekleri üzerinde yaptıkları çok geniş kapsamlı çalışmalar, bu canlıların iki ayaklı olmadıklarını, günümüz maymunlarınınkiyle aynı hareket şekline sahip olduklarını göstermiştir. İngiliz hükümetinin desteğiyle, beş uzmandan oluşan bir ekiple bu canlıların kemiklerini 15 yıl boyunca inceleyen Lord Zuckerman, kendisi de evrim teorisini benimsemesine rağmen, Australopithecuslar'ın sadece sıradan bir maymun türü oldukları ve kesinlikle dik yürümedikleri sonucuna varmıştır. 124
Bu konudaki araştırmalarıyla ünlü bir diğer evrimci anatomist Charles E. Oxnard da Australopithecus'un iskelet yapısını günümüz orangutanlarınınkine benzetmektedir.125
Son olarak 1994 yılında İngiltere'deki Liverpool Üniversitesi'nden Fred Spoor ve ekibi, Australopithecus'un iskeleti ile ilgili kesin bir sonuca varmak için kapsamlı bir araştırma yapmıştır. Bu çalışmada, Australopithecus fosillerinin iç kulak yapıları incelenmiştir. İnsanların ve diğer karmaşık yapılı canlıların iç kulaklarında, vücudun yere göre konumunu belirleyen "salyangoz" isimli bir organ bulunur. Bu organın işlevi, uçakların dengesini sağlayan "jiroskop" isimli cihazın işlevinin aynısıdır. Fred Spoor, insanın atası olarak gösterilen canlıların iki ayakları üzerinde dik olarak yürüyüp yürümediklerini bulmak için, işte bu "salyangoz" organı üzerinde incelemeler yapmıştır. Spoor'un vardığı sonuç, Australopithecus'un dört ayaklı olduğudur.126
İç kulaktaki denge merkezlerini karşılaştırarak yapılan incelemeler sonucunda, Homo habilis sınıfına dahil edilen maymunların da dik değil, eğik yürüdükleri ortaya çıkmıştır.127
Dilin kökeni
Dünya üzerindeki tüm bebeklerin ortak sesler çıkarmaları, hepsinin, konuşmaya, söz söylemeye yönelik özel bir ilhamla doğduklarını göstermektedir. İnsanın, doğadaki diğer canlıların hiçbirinde olmayan bu farklı özellikle yaratılmış olması, Allah'ın bir ilmidir.
Dipneuma
Bu balıkların ilkel amfibiyenlere evrimleştikleri, aslında 1850'li yıllardan beri düşünülmekteydi. 1950'li yıllara gelindiğinde ise bunlar, çok istisnai bir örnek olmaları sebebiyle ara geçiş formu olarak kabul görmekten uzaklaştılar. Bu tarihte bunların kara canlılarının ataları oldukları düşüncesini artık hiç kimse desteklemiyordu.129
Evrimci Maria G. Lavanant bu durumu şöyle açıklar:
1930'lardan sonra Dipneumalar varsayımı yavaş yavaş bir yana bırakıldı. 1950'li yılların sonunda yayınlanan bir paleontoloji klasiği yıllığında çift solunumlu hayvanlar grubu, dört ayaklıların kökeni olamayacak kadar özel bir durum olarak niteleniyordu.130
Ayrıca bu hayvan kalıntılarının 350 milyon yıllık olduklarının kabul edilmesi ve bu süre içerisinde hiçbir değişikliğe uğramamış olmaları, bunları ara geçiş formu statüsünden tamamen uzaklaştırdı. Bu hayvanlar, iki tür arasında "geçiş" oluşturup sonra da yok olmuş formlar değil, çok eski zamanlardan beri yaşamakta olan orijinal bir "tür"düler.
Diyalektik
DNA
Evrim teorisi, moleküler düzeyde gerçekleştiği iddia edilen evrimsel oluşumlardan hiçbirisini ispatlayabilmiş değildir. Bilimin ilerlemesi bu sorulara cevap üretmek bir yana, soruları daha da kompleks ve içinden çıkılamaz hale getirmekte ve yaratılışı doğrulamaktadır.
Ama evrimciler, yaratılışı kabul etmemek için kendilerini şartlandırmışlardır ve bu durumda imkansıza inanmaktan başka seçenekleri yoktur. Avustralyalı ünlü moleküler biyolog Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis (Evrim: Kriz İçinde Bir Teori) adlı kitabında bu durumu şöyle anlatır:
Yüksek organizmaların genetik programlarının yapısı, milyarlarca bit (bilgisayar birimi) bilgiye ya da 1.000 ciltlik küçük bir kütüphanenin içindeki tüm harflerin dizilimine eşdeğerdir. Bu denli kompleks organizmaları oluşturan trilyonlarca hücrenin gelişimini belirleyen, emreden ve kontrol eden sayısız kompleks işlevin tamamen rastlantıya dayalı bir süreç sonucunda oluştuğunu iddia etmek ise, insan aklına yönelik bir saldırıdır. Ama bir Darwinist, bu düşünceyi en ufak bir şüphe belirtisi bile göstermeden kabul eder!134
Dobzhansky, Theodosius
Daha kompleks organizmaların genelde basit olanlara göre hücrelerinde daha fazla DNA'ları vardır. Fakat bu kuralın dikkat çeken istisnaları vardır. Amphiuma (amfibiyen), Propterus (bir akciğerli balık) ve hatta sıradan kurbağalar ve kara kurbağaları tarafından geçilen insan ise, liste başı olmaktan çok uzaktır. Neden bu durum bu kadar uzun zamandır bir bilmece olarak kaldı?135
Ayrıca Theodosius Dobzhansky, evrim teorisinin 20. yüzyılın ilk çeyreğinde keşfedilen genetik kanunları karşısında tam anlamıyla bir açmaza girmesiyle birlikte, Darwinizm'e yeni bir "yama" olarak öne sürülen neo-Darwinizm'in mimarları arasında yer alır.
Doğal seleksiyon (doğal seçilim, doğal ayıklanma) (natural selection)
Dikkat edilirse bu süreç, ne kadar uzun sürerse sürsün, geyikleri bir başka canlı türüne dönüştürmez. Zayıf geyikler elenir, güçlüler hayatta kalır; sonuçta geyiklerin genetik bilgisinde bir değişiklik olmadığı için bir "tür değişimi" gerçekleşmez. Geyikler ne kadar seleksiyona uğrarlarsa uğrasınlar, geyik olarak yaşamaya devam ederler.
Geyik örneği tüm türler için geçerlidir. Doğal seleksiyon vasıtasıyla sadece bir popülasyon içindeki sakat, zayıf ya da çevre şartlarına uymayan bireylerin ayıklanmasına vesile olur; yeni canlı türleri, yeni genetik bilgi ya da yeni organlar ortaya çıkarmaz. Yani doğal seleksiyon vasıtasıyla canlılar evrimleşmez. Darwin bu gerçeği "faydalı değişiklikler oluşmadığı sürece doğal seleksiyon hiçbir şey yapamaz" diyerek kabul etmiştir.136
Doğal seleksiyon, Darwin'den önceki biyologlar tarafından da bilinen, ancak "türlerin bozulmadan sabit kalmalarını sağlayan bir mekanizma" olarak tanımlanan bir doğal süreçtir. İlk kez Darwin, bu sürecin evrimleştirici bir gücü olduğu iddiasını ortaya atmış, tüm teorisini de bu iddiaya dayandırmıştır. Kitabına verdiği isim, doğal seleksiyonun Darwin'in teorisinin temeli olduğunu gösterir: "Türlerin Kökeni, Doğal Seleksiyon Yoluyla"
Günümüzün en ünlü evrimcilerinden Stephen Jay Gould Darwinizm'in bu büyük yanılgısı hakkında şunları söyler:
Darwinizm'in özü tek bir cümleye dayanır: Doğal seleksiyon evrimsel değişimde yaratıcı güçtür. Kimse doğal seleksiyonun zayıf olanın elenmesindeki rolünü inkar etmez. Ancak Darwin teorisi doğal seleksiyonun uygun olanı yaratmasını da istemektedir.137
Evrimci C. Loring Brace, American Scientist dergisinde yayınlanan bir makalesinde, Darwinizm'in bilimsel bulgular tarafından reddedildiğini ve doğal seleksiyonu da türleri oluşturan bir mekanizma olarak göremeyeceğimizi şöyle açıklar:
American Scientist okuyucuları, biyolojinin büyük bir kısmının ve paleontolojinin tamamının Darwin'in organik evrim hakkındaki görüşlerini reddettiğini fark etmiyor olabilirler. Doğal seleksiyon sadece "ince ayar" olarak görüldüğü için reddediliyor, adaptasyon ise pratikte kesinlikle geçerli görülmüyor.138
Dört ayaklıların (tetrapodların) kökeni
Durağanlık (stasis)
Eğer gerçekten bir evrim yaşanmış olsaydı, canlıların yeryüzünde küçük kademeli değişimlerle ortaya çıkmaları ve zaman içinde de değişmeye devam etmeleri gerekirdi. Oysa fosil kayıtları bunun tam aksini gösterir. Farklı canlı sınıflamaları, kendilerine benzeyen ataları olmadan aniden ortaya çıkmışlar ve yüz milyonlarca yıl boyunca hiç değişim geçirmeden durağan bir biçimde kalmışlardır.
Düzenleyici gen (regulatory gene)
Kimi evrimciler, DNA'daki "düzenleyici genler" (regulatory genes) üzerinde oluşan mutasyonlara umut bağlamaktadır. Ama diğer mutasyonlar için geçerli olan tahrip edici özellik, bu mutasyonlar için de geçerlidir. Sorun, mutasyonun rastgele bir değişim olması sorunudur; genetik bilgi gibi kompleks bir yapı üzerindeki her türlü rastgele değişim zararlı sonuçlar verir.
Gözlem ve deneyler, mutasyonların genetik bilgiyi geliştirmediğini ve canlıları tahrip ettiğini gösterirken, sıçramalı evrim savunucularının mutasyonlardan büyük "başarılar" beklemeleri, açık bir tutarsızlıktır.
Düzenli sistem
Evrimciler işte bu bilimsel gerçekle ters düşmemek için birtakım kavramları yanıltıcı olarak kullanırlar. Sürekli olarak madde ve enerji giriş-çıkışı olan sistemlerde (açık sistemler) belli bir düzenin oluşabileceğini öne sürerler.
Örneğin rüzgar, tozlu bir odaya girdiğinde daha önce yere tek düze olarak yayılmış toz tabakası, odanın belli bir kenarına toplanabilir. Bu yine termodinamik anlamda eskisine göre daha düzenli bir ortamdır, fakat toz parçacıkları hiçbir zaman rüzgarın enerjisiyle 'kendi kendilerine organize olarak' odanın tabanında bir insan resmi oluşturamazlar.
Aynı şekilde tekrarlardan oluşan düzen, bir daktilonun klavyesindeki "a" harfinin üzerine bir cisim düştüğü için (yani içeri giren enerji akımı ile) yüzlerce kere "aaaaaaaa..." yazabilir. Fakat "a"ların bu şekilde tekrarlı bir düzen içerisinde olması ne bir bilgi içerir, ne de herhangi bir komplekslik. Bilgi içeren kompleks bir harf sıralaması (yani anlamlı bir cümle, paragraf ya da kitap yazmak) için mutlaka bir akla ihtiyaç vardır.
Sonuç olarak doğal süreçlerle hiçbir zaman kompleks ve organize sistemler meydana gelemez. Ancak zaman zaman yukarıdaki örneklerdekine benzer basit düzenlemeler oluşabilir. Bu düzenlemeler de belli sınırların ötesine geçemezler.
Ne var ki evrimciler bu şekildeki doğal süreçlerle kendiliğinden ortaya çıkan düzenlenme (self-ordering) olaylarını evrimin çok önemli bir kanıtı gibi sunmakta ve bunları sözde "kendi kendini organize etme" (self-organization) örnekleri gibi göstermektedirler. Bu kavram kargaşası sonucunda da, canlı sistemlerin doğal olaylar ve kimyasal reaksiyonlar sonucunda kendiliğinden meydana gelebileceğini öne sürmektedirler.
Halbuki organize sistemlerle düzenli sistemler birbirlerinden tamamen farklı yapılardır. Düzenli sistemler basit sıralamalar, tekrarlar şeklinde yapılar içerirken, organize sistemler içiçe geçmiş son derece kompleks yapı ve işlevler içerirler. Ortaya çıkmaları için mutlaka bilinç, bilgi ve tasarıma ihtiyaç vardır. Ilya Prigogine de bu kasıtlı kavram kargaşasına başvurmuş ve içeri doğru enerji akışı sırasında kendi kendine düzenlenen moleküllerin örneklerini, "kendiliğinden organize olma" şeklinde ifade etmiştir. Amerikalı bilim adamları Thaxton, Bradley ve Olsen, The Mystery of Life's Origin (Canlılığın Kökeninin Sırrı) adlı kitaplarında bu durumu aşağıdaki gibi açıklarlar:
... Herdurumda sıvının içerisindeki moleküllerin rastgele hareketlerinin yerini, anında son derece düzenli bir davranış almaktadır. Prigogine, Eigen ve diğerleri buna benzer bir 'kendi kendine organize olma'nın organik kimyanın esası olabileceğini ileri sürerler ve bunun da canlı sistemler için gerekli olan son derece kompleks molekülleri açıklayabilme potansiyeline sahip olduğunu iddia ederler. Fakat bu paralellikler hayatın kökeni sorusuyla alakasızdır. Bunun ana nedeni, bunların düzen ve kompleksliği ayırt etmeyi başaramamalarıdır.140
Yine aynı bilim adamları, bazı evrimcilerin öne sürdükleri "suyun buz haline gelmesi, biyolojik düzenliliğin kendiliğinden ortaya çıkabileceğine örnektir" şeklindeki mantığın yüzeyselliğini ve çarpıklığını şöyle açıklarlar:
Suyun kristalize olup buza dönüşmesiyle, basit bir monomerin milyonlarca yıl içinde polimer halinde birleşerek DNA ve protein gibi kompleks moleküllere dönüşmesi arasındaki benzetme sık sık tartışılmaktadır. Her durumda benzetme açıkça yanlıştır… Isı alçaltılarak termal etki yeterince küçültüldüğünde, atomları birbirine bağlayan güçler, su moleküllerini düzenli kristalize bir dizilime sokarlar. Amino asit gibi organik monomerler ise herhangi bir ısıda, değil düzenli bir organizasyona, birleşmeye dahi tamamen karşı koyarlar.141
Tüm kariyerini termodinamiği evrim teorisiyle bağdaştırmaya adamış olan Prigogine dahi, suyun kristalize olmasıyla kompleks biyolojik yapıların ortaya çıkışı arasında bir benzerlik bulunmadığını kabul etmiştir:
Burada belirtilmesi gereken, izole olmayan (açık) bir sistemde, yeterli düşük sıcaklıklarda düzenli ve düşük-entropi içeren yapıların oluşma ihtimalidir. Bu düzenleme prensibi, kristaller gibi düzenli yapıların oluşumundan ve maddenin hal değişimlerinden sorumludur. Maalesef bu prensip, biyolojik yapıların oluşumunu açıklayamaz.142
Kaynak
103 Wetermeirer, R.L., J.D. Brawn, S.A. Simpson, T.L. Esker, R.W. Jansen, J.W. Walk, E.L. Kershner, J.L. Bouzat, and K.N. Paige, Tracking the long-term decline and recovery of an isolated population, Science 282: 1998 1695
104 Charles Darwin, The Descent of Man, 2. Edition, New York, A L. Burt Co., 1874, s. 178
105 Charles Darwin, The Descent of Man, 2. Edition, New York, A L. Burt Co., 1874, s. 171
106 J.H.M. Beattie, R. Godfrey Lienhardt, Studies in Social Anthropology: Essays in Memory of E.E. Evans Pitchard, Oxford: Clarendon Press, 1975, s.10-11
107 Benjamin Farrington, What Darwin Really Said, London: Sphere Books, 1971, ss.54-5
108 James Ferguson, The Laboratory of Racism, New Scientist, vol. 103, September 27, 1984, s.18
109 Lalita Prasad Vidyarthi, Racism, Science and Pseudo-Science, Unesco, France, Vendôme, 198, s.54
110 Rebekah E. Sutherland, Social Darwinism, http://ş.rebsutherland.com/SocialDarwinism.htm
111 Stephen Jay Gould, Ever Since Darwin, W. W. Norton & Company, New York 1992, s.217
112 Glen McLean, Roger Oakland, Larry McLean, The Evidence for Creation: Examining The Origin of Planet Earth, Pittsburgh: Full Gospel Bible Institute, Whitaker House, 1989, s.94
113 Desmond King-Hele, Doctor of Revolution: The Life and Times of Erasmus Darwin, London: Faber & Faber, 1977, s.361
114 William R. Denslow, 10.000 Famous Freemasons, Vol. I Richmond: Macoy Publishing & Masonic Supply Co., 1957, s.285
115 Richard, Dawkins, Climbing Mount Improbable, W.W. Norton, New York, 1996, s. 283
116 Francisco J. Ayala, "The Mechanisms of Evolution", Scientific American, vol 239, September 1978, s.64
117 Uwe George, "Darwinismus der Irrtum des Jahrhunderts", Geo, Januar 1984, s. 100-102
118 Victor B. Scheffer, "Exploring the Lives of Whales", National Geographic, vol 50, December 1976, s.752
119 E.H. Colbert, Evolution of the Vertebrates, John Wiley and Sons, New York, 1955, s.303
120 E. H. Colbert, M. Morales, Evolution of the Vertebrates, New York, John Wiley and Sons, 1991, s.193
121 A. S. Romer, Vertebrate Paleontology, 3rd ed., Chicago, Chicago University Press, 1966, s.120
122 Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, London: Burnett Books, 1985
123 Malcolm Wilkins, Plantwatching, New York, Facts on File Publications, 1988, s.25-26
124 Solly Zuckerman, Beyond The Ivory Tower, New York: Toplinger Publications, 1970, s.75-94
125 Charles E. Oxnard, "The Place of Australopithecines in Human Evolution: Grounds for Doubt", Nature, vol 258, s.389
126 Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Zonneveld, "Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion", Nature, vol 369, June 23, 994, s. 645-64
127 Fred Spoor, Bernard Wood, Frans Zonneveld, "Implication of Early Hominid Labryntine Morphology for Evolution of Human Bipedal Locomotion", Nature, vol 369, June 23, 994, s. 645-648
128 Noam Chomsky, Language and Responsibility, s.60
129 Jacques Millot, "The Cœlecanth", The Scientific American, December 1955, vol 193, s.39
130 Maria Genevieve Lavanant, Bilim ve Teknik, Nisan 1984, Sayı 197, s. 22
131 Frank B. Salisbury, "Doubts about the Modern Synthetic Theory of Evolution", American Biology Teacher, September 1971, s.336
132 Paul Auger, De La Physique Theorique a la Biologie, 1970, s.118
133 Ali Demirsoy, Kalıtım ve Evrim, Ankara: Meteksan Yayınları, 1984, s. 39
134 Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis. London: Burnett Books, 1985, s.351
135 Theodosius Dobzhansky, Genetics of the Evolutionary Process, 1970, s.17-18
136 Charles Darwin, The Origin of Species by Means of Natural Selection, The Modern Library, New York, s. 127
137 Stephen Jay Gould "The Return of Hopeful Monsters", Natural History, vol. 86, June/July 1977, s.22-30
138 C. Loring Brace, Review of Species, Species Concepts, and Primate Evolution, edited by William H. Kimbel and Lawrence B. Martin, Plenum Press, 1993, s.560, American Scientist, vol 82, September/October 1994, s.484-486
139 Lane Lester, Raymond Bohlin, The Natural Limits to Biological Change, Probe Books, Dallas, 1989, s.141
140 C.B. Thaxton, W.L. Bradley, ve R.L. Olsen, The Mystery of Life's Origin: Reassessing Current Theories, Philosophical Library, New York, 1984, s.119
141 C.B. Thaxton, W.L. Bradley, ve R.L. Olsen, The Mystery of Life's Origin: Reassessing Current Theories, Philosophical Library, New York, 1984, s.119-120
142 I. Prigogine, G. Nicolis ve A. Babloyants, Physics Today, 25(11): 23, 1972